'Meram'ınız hakkı öldürüp vermek mi?



Meram nedir? Konya’da güzel belde adı. Bir de hukukta yeri olan bir kavram.
Sözlüklerde, “Maksat, niyet, arzu, istek, içten tasarlanan” gibi anlamlar taşıyor. Bu anlam yükü, hukuk açısından önemli. Medeni hukuku pas geçip, cezaya bakalım:
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 202’inci maddesi, sanık için “Tercüman bulundurulacak haller”i sıralarken “Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa” der, “mahkeme tarafından atanan tercümen aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.”
Madde ayrıca, bu hakkı duruşmalarla da sınırlı tutmaz: “Bu madde hükümleri soruşturma evresinde dinlenen şüpheli mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanır.” Bu evrede tercümanı hâkim ya da savcı atar, maddenin emridir.


Bu maddedeki “meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe” ifadesi, “meram”dan ne kast edildiğiyle yakından bağlantılı. Bir ceza yargısında, sanığın meramı nedir? “İçteki tasarıları” nedir?
Bunu saptamak için sanığın bulunduğu yeri düşünmek gerek: Sulh, asliye ya da (özel yetkili veya değil) ağır ceza mahkemesi. Hakkında bir karar verilecek, ağırlaştırılmış müebbet de dahil, bir ceza kararı. Sanığın “meramı” hakkındaki suçlamaları a) anlaması ve b) bu suçlamalara karşı “savunma” yapmak, yani ceza almamasını sağlayacak bilgi ve delilleri, ceza almasını sağlayacaklara karşı etkili biçimde, duygusal, ruhsal, fizik, hiçbir baskı altında kalmadan, ortaya koymaktır. Bu imkanın, hakkın bulunması yargıyı adil, bulunmaması adaletsiz yapar. Anadili Kürtçe olan birinin, Türkçe savunma yapmaya zorlanması halinde “hiçbir baskı altında olmadığını” ve “meramını anlattığını” savunmak, yargısal savunmanın “adil yargılama” açısında değerini küçümsemekten başka anlam taşımaz.
Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin altıncı maddesinin 3 (a) bendi de, kendisine bir suç isnat edilen herkesin, suçlamanın niteliğinden ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmesi gerektiğini düzenler. AİHM uygulamalarında, iddianamenin sanığın dilinde bir örneğinin teminini arayan karar vardır.
Esasen, TBMM’ye dün sunulan tasarıdan önce mevcut yasa, adil yargılama ilkesini, AİHS normlarına da uygun biçimde yerine getirebilecek kadar açıktı. “Açık” olmayan tek şey, yargıçların “meram”ı, “Türkçe biliyorsa Kürtçe yok” şeklinde yorumlamasındaki görünüşte hukuki, içerikte politik tercihleriydi. Düzenleme, konun koyucunun “niyetini” güzel özetleyen Lozan’ın 39. Maddesinin son fıkrasıyla da uyumluydu:
“Devletin resmi dili bulunmasına rağmen, Türkçe’den başka bir dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.”
Kürtçe savunma talepleri, “resmi dil”, “sanık haklarının ihlali”, “yargıyı uzatacak iş ve işlemler” vb karşı saldırılarla haksız gösterilip çürütülmeye çalışılırken, nedense kanundaki açıklık, “yapamazsınız” diyen yargıçlar gibi görmezden gelindi.
Sanki ana dilde savunma bir hak olarak istenmemiş de savcıların, yargıçların ve avukatların Kürtçe konuşması, yazışması istenmiş gibi davranıldı. Oysa yargılama sürecinde sanık ifadelerinin Kürtçe alınması, “resmi dil Türkçedir” yasal ilkesine aykırı değildir. Nitekim, yargıçlara göre çok iyi Türkçe bilse de, İngilizce savunma yapmak isteyen bir İngiliz’in bu isteğine uyulması bu ilkeyi bozmaz, Kürtçenin bozduğu iddiası, hukuki değil, politik bir tercihtir. Başka ülkelerin yurttaşı olanların, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olanlardan daha üstün haklara sahip olması konunun sadece politik olarak değil, ahlaken de sorunlu yanını deşifre eder.
Şimdi “iş” düzeldi mi?
Daha da beter oldu. Mesut Hasan Benli’nin dünkü haberinde gayet güzel anlatılıyordu, özetleyelim:
Aslında tüm yargılama sürecinde, soruşturmadan başlayarak var olan bir hak, sadece iki “an”a indirgendi.
Yargıçların, önceki düzenlemede bulunmayan ama kullandıkları aşırı ve keyfi taktir yetkisi, kanunlaştırıldı. Bu yapılırken de, “kötüye kullanma, davayı uzatma” gibi bir ibareyle ceza hukuk uygulamalarında sanık haklarını hiçe sayan hakim davranışları kanuni teşvike kavuşturuldu.

 “Kürtçe tercüman isteyen parasını öder” anlamına gelen cümle ise sakatlığın yeni dönem politikalarıyla uyumunu en güzel anlatan cümle olsa gerek: Tüccar siyaseti öğrenmiştik, tüccar hukuk devri de başlıyor. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

12 Eylül bildirisinin tam metni

15 Temmuz darbe girişimi bildirisinin tam metni